SUNAYLI BİR ÖYKÜ

SUNAYLI BİR ÖYKÜ

Utanç yürüyordu.

Utanç ayaklarının üstünde, yıpranmış kirli ayakkabısıyla sahilde.

Her şey yolundaymış gibi giydirilmiş pembe gocuğu kir içinde, elleri kara.

Oysa sonbahara kafa tutmuş güneş,

pembe omzundan,

tutkulu danslara davet eden,

bir kadının kolları gibi saçıyordu,

demetlerini beyaz beyaz.

Işıldıyorduk ışıktık.

Ben esmer o esmer, utanç benden daha esmer, güneşle yakın arkadaş.

Bir gülümseyişte karşılaştık.

Ben tiril tiril yok nedir görmemiş bir toklukta.

Utancın elinde, kolları sökülmüş çıplak bir bebek,

bir gülümseyişte karşılaştık.

Gözleri koyu bir ormanın,

korkunç dallarından,

sızabilmiş  bir gün ışığının

edepsizce aydınlattığı

otlar gibi ıslak bir sarı yeşildi.

Yeşil sarı ıslak otları, korkunç dallar arasından, aydınlatan gün ışığıydı gözleri.

Yeşil sarıydı gözleri.

Gün boyu sokakların, sobanın karasından,

vahşi ellerden gölgelenmemiş saçlarının sarısı,

deliliğe emanet parlıyordu.

Hezeyan içindeydi güneş, vaktini şaşırmış bir yelkovandı,

içimizden geçiyordu, gülümsüyorduk.

Kuşlara fısıldıyordum, bir şiir insanı kadar boşluktaydım.

Kanatlarını gere gere uçan kuşlara, rüzgâra neden teşekkür etmediklerini soruyordum.

Denizin umurunda değildi,

oynaşan ışıkların,

sevişmesine katılma sabırsızlığındayken bile susmuyordu.

Yüzüme vuruyordu,

her nefes alıp verişinde çok derinlerden korkunç sesiyle.

-Bu gülümseyişin geçici.

-Her şey geçici hatta unutacaksın!

O gülümseyişte utançla karşılaştık.

Adım Sunay dedi, Sarıyerliydi.

Tırnaklarımın boyasını sevdi, simidimden yedi.

Birlikte sokaklardan geçtik, aynalarına ışık vuran taşlardan…

İki yüzüm de deniz kadar dalgacıydı, bakamadım yere.

Sunay gitti, onu tanıyan ablaların abilerin üzerinden yükler kalktı tonlarca.

Ben unuturum unuturum diye bir tekerleme uydurdum, arkama bakmadım.

Arkamdan sarmaşıklar kovalıyordu,

korkunç dallar, koşmasam ormanda yitecektim.

Sonbahara kafa tutuşundan da gına gelmişti güneşin, kaçtım.

Bir duvar çatlağından karşıma dikildi ışık.

-Bir kutu sütle şair mi oldun?

Gözlerimdeki yeşil sarı hareler işte bana o kaçıştan kaldı.

Sonra başka bir şehirde, başka bir sahilde portakalı soydum,

adımlarımı saydım,

bir yalan uydurdum.

Denize unutmak ismini koydum, tam inanacaktım ki denize…

Etrafımı sardı utançlar, çoğu esmer, çoğu güneşten de ışıl ışıl, tenlerinden ok gibi fırlayan demetler canıma battı.

Yıkıldım yerle yeksan, başımda beliren halede çok fazla Sunay vardı.

Tags from the story
Written By
More from Azize Göktaş

KARA GÖLGE

Okunma sayısı: 798 KARA GÖLGE Quagmire’dan ayrılan atlı arabanın, çamurlu yollarda bata...
Görüntüle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir