VUSLAT

– Merhaba.
– Merhaba, buyurun. Nasıl yardımcı olalım size?
– Ben işlemler hakkında bilgi almak istiyorum.
– Daha önce görüşme yaptınız mı yoksa ilk görüşme mi olacak?
– İlk kez görüşeceğim, randevu da alamadım.
– Tamam, içeri buyurun. Sizi biraz bekletelim.
Koltuğun ucuna yerleşti. Her an kalkıp gidecekmiş gibi. Etrafına bakındı. Geniş, ferah bir salondu. Güneşin yakıcı hissi camekânlardan içeri sızıyordu. Güneş, hep kendini iyi hissettirirdi ona. Sıcaklık hissi, güven veriyordu.
Sekretaryadaki kadına, utanarak lavabonun yerini sordu. Kendine çeki düzen vermek istedi görüşmeden önce. Aynaya baktığı anda gözleri onu selamladı. Aceleyle bakışlarını kaçırmaya çalıştı ama yakalanmıştı gözlerinin derinliklerine. ‘Sebebi sensin, sen! Ne kadar kaçacaksın, bak işte burada, tam karşımda, içimdesin!’. Bunları duymamaya çalıştı, yıllardır yaptığı gibi. Dikkatini, suratına ve yıllardır ona eşlik eden sakalına vermeye çalıştı. Yine çok uzamıştı. Saçları ile ensesinde birleşmişti. Eskiden bu görüntüyü hiç sevmez, iki haftada bir ense tıraşına giderdi. Şuralarda bir diş fırçası bulsam, dişlerimi bir kez daha fırçalasam diye düşündü. O kadar uzun süre ilgilenmemişti ki onlarla, şimdi ne kadar uğraşsa da dişleri ona küsmüştü. İhtiyacını giderdi, elini yüzünü yıkadı, lavaboda duran oda kokusunu sakallarına sürdü ve çıktı.
Salon kalabalıklaşmıştı. İki tane şık giyimli, orta yaş kadın peydahlanmıştı. Fısır fısır konuşuyorlardı aralarında. Onu görünce, bir an rahatsız olup toparlandılar. Yanlarına oturmasından korkup, montlarını bir çırpıda toparladılar. Diğer tarafta genç bir erkek kitap okuyordu. Onun yanına ilişti mecbur. Bu bakışlara, tepkilere yıllardır rastlıyordu ama bir türlü alışamıyor, görmezden gelemiyordu.
Sabahın bu erken saatinde nasıl bu kadar bakımlı olduğuna anlam veremediği genç sekreter yanına yaklaştı ve görüşmesini yapmak için Su Hanım’ın odasına alabileceğini söyledi. Beraber yürüdüler. Bir sürü odanın olduğu uzun, ince koridordaki üçünü odanın kapısında durdu genç kadın. Buyurun, hoş geldiniz diyerek onu kapıda karşıladı Su Hanım.
Kocaman bir gülümse vardı bembeyaz dişlerinden oluşan ağzında. Uzun boylu, inceydi. Ceket pantolon giyerek kendini gizlemeye çalışmıştı fakat eskiden iyi bir sporcu olduğu, güçlü bir fiziği olduğu gözden kaçmıyordu. Onu gayet sıcak ve normal bir insan gibi karşılamıştı. İşinde profesyonel olduğu belliydi.
– Buyurun lütfen, rahat oturun.
– Rahatım, teşekkür ederim, dedim. Konuya ne zaman girecek diye düşünürken,
– Evet, sizi dinliyorum. Söz sizde, dedi birden bire.
Bir an hazırlıksız yakalanmış gibi hisseti kendini. Sanki oraya neden gittiğini unutmuştu, kısa bir dalgınlık anından sonra arkasına yaslandı ve uzun süredir içinden geçirdiği ama seslendirmeye cesaret edemediği o cümleyi söyledi.
– Ölmek istiyorum.
– Evet, onu tahmin edebiliyorum. Buraya kadar geldiğinize göre kararlısınız belli ki. Nasıl bir ölüm var aklınızda?
Hayalinizde nasıl bir ölüm var?
– Hayalimdeki gibi bir ölüm maalesef olmayacak, o şansı elimden kaçırdım. O nedenle, en ucuz ve en acısız ölüm
şekliniz neyse o paket hakkında bilgi almak istiyorum.
– Birçok paketimiz mevcut. İlaç ile, kaza süsü verilerek, yüksekten düşme gibi. Siz ayırdığınız bütçeyi bana
söylerseniz daha hızlı ilerleyebiliriz.
– Benim herhangi bir bütçem yok.
– Anlayamadım?
– Hanımefendi, halimden anlamış olmalısınız. Benim evim yok, param yok, kimsem yok. Kendim bir yol bulamadım ölmek
için. Denedim ama olmadı. Artık yaşamak istemiyorum.
– Anlıyorum sizi. Kendinize göre haklı sebepleriniz vardır mutlaka. Size bu durumda hizmet veremeyiz maalesef.
– Ölmek bile parayla diyorsunuz yani? Evsizler veya düşkünler için hayırseverlerin bağışladığı bir bütçeniz yok mu?
– Hayır, o şekilde yardım kabul etmiyoruz. Çok üzgünüm, yardımcı olamayacağım dedi ve hızla telefona sarıldı.
– Kimseyi aramanıza gerek yok. Geldiğim gibi giderim ben. Tipim sizi yanıltmasın, evsiz olabilirim ama nasıl davranmam gerektiğini bilirim, dedi ve geldiği gibi sessizce çıktı.
Kendi kendime olmadı, şirketten yardım istedim olmadı, arabanın önüne atladım olmadı, köprüden atladım olmadı, bu nasıl iş! diye kendi kendine söylene söylene köprü altına doğru, ezbere bildiği yolda ilerliyordu. Demek ki, ölmemem gerekiyor. Daha çekmem gereken azap var burada. Hak ettim tabi, lanet olası bir insanım çünkü diye kendi kendine konuşarak geçti oturdu kartonunun üzerine. Sokakta bir düzen vardı. Kimse gelip yerine oturmaz, yatmazdı. Herkes sınırını bilirdi.
Keşke… Demek istemiyordu ama her çabası boşa çıkınca o geceye gidiyordu aklı. Keşke çok içmeseydim, keşke Ekin’le tartışmasaydık, keşke o halde araba sürmeseydim, keşke Ali’yi anneannesinde bıraksaydık… Keşkeler bitmiyordu. En büyüğü ise, neden ben sağ kaldım, keşke ben de ölseydim düşüncesiydi.
Kazadan sonra uzun süre hastanede yatmıştı. Gözünü açtığında aldığı haberlerle, tekrar uyumuş, uzun süre tedaviyi reddetmişti. Aklını toplayamıyordu, nasıl olmuştu kaza, o nasıl sağ kalmıştı. Ekin emniyet kemeri takmıştı, Ali’de de vardı. O takmamıştı kemer. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Resmen eşinin ve çocuğunun katili olmuştu. En başta herkes bu fikre karşı çıksa da kaza ile ilgili detaylar ortaya çıktıkça suçlayan bakışlara maruz kalmıştı. Kendi kendini suçlaması yetmiyormuş gibi bir de bu durum oluşunca o yükü taşıyamadı. Önce işinden ayrıldı, kendisini eve kapattı. Bir süre sonra evden çıkmamaya, kimseyle görüşmemeye başladı. Televizyonunu denize attı, telefonunu klozete. Kimse ona ulaşamayınca içini huzur kapladı. Hoşuna gitti bu durum. Bir sabah, en kalın kıyafetlerini giydi ve kapıyı kilitledi. Evin anahtarını çöp konteynırına attı ve yürüdü. Saatlerce yürüdü. Nereye gittiğini bilmeden, sadece yürüdü. Ayakları onu bu kartonun üstüne getirdi.
Vücuduna cezasını vermişti, artık evsizdi. Üşüyordu, parası yoktu, karnı sürekli açtı. Yarım yamalak çöpten bulduğu yemekleri yiyor, alkolleri içiyordu. Burada fazla dayanamam, ölürüm diye düşünmüştü başta ama öyle olmadı. Direniyordu resmen vücudu. Sonra birkaç yöntem denedi, yine olmadı. Yerde bulduğu el ilanında görmüştü bu intihar hizmeti veren şirketi. Halimi görünce bana yardımcı olurlar diye düşünmüş, en azından şansımı denerim demişti. O da olmadı işte!
Ne yapacaktı şimdi? Başka hangi yol kalmıştı acaba? Bunları düşünürken yanına bembeyaz kıyafetli, eli yüzü tertemiz, uzun saçlı ve sakallı bir kişi beliriverdi.
– Merhaba Deniz. Beni arıyormuşsun bayadır, ulaşamamışsın. Bir kaç işim vardı, onları hallettim, telefonumu kapatmıştım işim bölünmesin diye. Şimdi sıra sende. Söyle bakayım, nasıl yardımcı olayım sana?

Written By
More from Emel Eskioğlu

YAĞMURDAN ÖNCE (PRED DOZHDOT) – 1994

Okunma sayısı: 950 ‘Zaman tükenmez. Çember yuvarlak değildir.’ Makedon yönetmen, filmi bu...
Görüntüle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir