Şeytan Kayasına Yürüyordu Kara Kadın

Şeytan Kayasına Yürüyordu Kara Kadın

Bir ses duyuldu önce uzaklardan, ağır ağır yükseldi, sonra bir nehir gibi hızlıca aktı köyün taş sokaklarında. Tiz. Çığlığa benzer, çığlıktan fazlası… İnce bir kadının, incecik sesinden gelen, git gide büyüyen bir çığlık. Ses, sis bulutu gibi, dağılmadan ağır ağır yaklaşıyor köye. İçinde fısıltılar.

-Yan köydenmiş ya, he mi?

-Orospuuu, biz istesek vermez.

-Oğlandan değil dedik ya.

-Kendi öz babasındanmış.

– Kahpeee.

– Oğlana da öyle ağlamış yakarmış ama nafile.

– Babam yaptı demiş.

– Anası da… Oğlanın da başını yakacaktı ha, orospuuu.

– Güya bilirmiş kızın anası, susarmış. Biliyordur ya beklenir ondan.

– Daha el kadarken, anası çapaya gider gitmez…

– Oğlanın anası demiş, alma bu kızı diye, dinlememiş önceleyin…

– Aaaa, sus sus! Orospu yüzünden biz de…

– Daha bebekken belliydi ne mal olduğu.

 -Saçlarını salına salına geçişi yok mu?

– Babasından olduğu ne belli, köyü sıraya dizmiş dediler.

– Bir gece kalacakmış ağaçta.

– Hoca demiş, bir tuhaf bakıyor bu, yoldan çıkar.

– Babasına yıka dermiş ya, açar gösterirmiş orasını.

-Bir gün bana da yanaştı.

-Hoca dedi, sabah indiririz diye işte.

-Anası döve döve bir etmiş.

-Hele ondandııı! Kaç kere kan revan yataklara düştü bu. Bir kere değil desene.

– Hocaya iş çıktı gene, ne zamandır kayaya ölü gitmediydi.

-Demez mi, bir şey olmaz ben zaten o işi gördüm diye…

– Ne ee, sonrası işte, bir güzel…

Taşlara vuran topuğunun gümbürtüsüyle yakınlaşıyor köye. Sürünen eteğiyle, köyün toz toprak dar sokaklarından.

Kapıların kapanma sesi. Pencerelere vurulan tahta sürgülerin sesi. Kuşlar dağınık.

 İnce, hafif, dans eder bir hareketle işaret etti eli kuşlara.  Kuşlar hemen o an düzene girdi. Yalnızca sesleri değil, hareketleri de çığlıktan oluşan müziğe göre şekillendi.

Uçar gibi görünen- görünmeyen bacaklarının devamında, duman gibi, sis gibi belirsiz ayaklarına dikkat kesildi kediler. O güçlü tokmak sesin o ayaklardan gelişine, kıpırdamayan dudaklarından yükselen o ince şarkıya şaşırdılar. Hemen kadının etrafına toplandılar, sonra aynı rüyayı görürmüşçesine, kadim zamanlarda onlara tapıldığını hatırlatmak istercesine, asaletleriyle sıraya girdiler. Köpekler daha önce zorladıkları zincirlerin, iplerin birden çözülüşüne şaşırmadı. Kümes hayvanları toplandı, ahırların kapısı ardına kadar açıldı. Atlar, eşekler, inekler, keçiler, koyunlar, tavuklar, kazlar, yılanlar ve tüm börtü böcek hepsi sıraya girdi. En önce, gökteki ve dallardaki karakargaların tanıdığı bu sesin çağrısını, karıncalar dâhil bütün hayvanlar kabul etti. Çağrının ne demek olduğunu bildiler. Kaçmaları gerektiğini anladılar. Tanımışlardı bu, gündüzün ta orta yerinde gece gibi inen, günü geceye çeviren kara kadını. Kadının teninin rengi kazanların karası kadar kara ve yanıktı.

-Kaçıyor, yakalayın.

– Aaa babasının ne suçu var, kız kısmı da…

– Yırtın üstünü başını.

– İlkinde hoca, sonrasında babam demiş

– Orospu!

– Seni de dermiş emmi.

– Ya oğlanın anası demiş, bunun karnını sen mi şişirdin diye?

– Napsın adam koşmuş hocaya, benim kız bana böyle böyle…

-Hele benim adam sık sık dolanıverirdi o tarafa.

Başından süzülen kanın kırmızısı ile alevlerin kırmızısını bedeninde harmanlayarak yürüyordu kadın. Yürüdükçe kan damlatan saçları olan, gözlerinden ellerinden alevler boşanan, sırtından taşlar inen kara kadın, kara bir gölge gibi yürüyor ağır ağır. Düşen taşlar eteğinin kuyruğundan bir nehir gibi akıyor, sokağın taşlarına karışıyor.

Yollar tümsek tümsek dağlaşırken, o gündüz saatinde, boyun eğmiş bir kölenin ateşten gözleri gibi gittikçe solan güneş, tek bir yeri aydınlatıyor. Kadın, o aydınlık yere yürüyor. Sıkı sıkı kapanan pencerelerin ardındaki korkmuş gözler, kadının nereye yürüdüğünü anladıklarında tanıyorlar onu. Yarısı parçalanmış yüzünden, yanmış ellerinden, ip kesiği boynundan önce, yürüdüğü yerden…Şeytan kayaya yürüyor kadın. İlk kez görülüyormuşçasına yabancı, çokça görmezlikten gelindiği kadar tanıdık. Kadın ve şeytan kayası. Ekine giden, dizlerine kadar inen memeleri ve sırtlarına kuşaklarla bağladıkları bebekleriyle kadınlar, ellerinde azıkları ve erlik denilen babadan oğula yüzyılları aşan, aş, toprak, döl dolu heybeleriyle erkekler, taşıdıkları ağır yüklere aldırmaksızın hızlanan adımlarından çok önce, tepenin eteklerine varmadan, kaçırırlardı gözlerini şeytan kayasından. Sözden doğan insanın ve dünyanın varoluşu gibi, sözden sonra olmaklığıyla şeytan kayası. Varoluşunu kazandıran inançların, bir bir eklediği taşlarla, yüksele yüksele ömrünü uzatan. Kimsesizliklerini, yağmurların avuttuğu uğursuzlar beşiği. Öyle ki, o beşiğin çukurlarını dolduran kadınların, bedenlerine siper olamayan-olmayan analarının, babalarının bağırlarına basacak taşın bile sökülemediği şeytan kayası. Yavrumun üzerinde çiçekler mi bitmiştir, otlar mı bürümüştür diye soran anaya yavrusunun ismini unutturan, söylettirmeyen. Günahlar anıtı.  

Değil oraya varmak, yol üstündeyse etrafında dolanarak ve uğursuzluğu kovan dualarıyla giderlerdi yollarına. Günah diye yakamadıkları bedenleri kabul eden toprak da uğursuzdu. Taşsız, isimsiz kadınların son yuvasıydı şeytan kayası. Onları oraya götürebilen hocanın ilahi zırhından onlarda yoktu. Buna inanmışlardı.

Kadının ellerinden, gözlerinden alevler, alazlar boşanıyordu. Duman, kapanan kapılara, çatlaksız duvarlara rağmen tüm köylünün ciğerlerine doluyordu. Taşı ilk atanın, yaygarayı ilk koparanın evinin önünde durdu, adam nereye koşarsa koşsun üzerine yağan taş yağmurundan kurtulamadı. Evini yaktı.

‘Evden çıkmayacak bu orospu, evini yakalım’ diyelim adamın evinin önünde tekrar durdu, adamın evini ateş sardı. Adam ne kapısından, ne de penceresinden çıkabildi, her deneyişinde görünmez bir el onu alevlere geri attı. Sonra diğerlerini. Evleri saran alevlerden kurtulan köylülerin bazıları, çok sonra kararmış kolları ve sudan şişmiş bedenleriyle gölde bulundu. Evlerin yanıp kül olması hem günlerce sürdü, hem de her şey bir anda oldubitti. Etrafta ne kül kaldı, ne duman.

Sonra kadın, saçları alev alev koşarken, bir umut kaçıp kurtulmak için son nefesine tutunurken; ona taş atıp bayıltan, soğumayıp kafasına yeniden yeniden aynı taşla vuran adamın evinin önünde durdu. Koca bir kaya, gökten sessiz sedasız oturdu evin üstüne. Evden tek bir iz kalmadı.

Ölmedi bu, asın onu diye bağıran kadının evine geldi sıra. Evi yakmadı; karıncalar, kurbağalar, yılanlar bürüdü kadının evine. Köylü kadın yeltense de kaçmaya sırtlarına aldı hayvanlar onu, eviyle birlikte yok olsun diye, taşıdılar evin içine. Binlercesi kapladı kadının bedenini, on binlercesi sardı evin tüm duvarlarını. Kum tanesi kadar boşluk kalmadı o yığında. Nefessiz kaldı ev ve kadın. Havasız kalan bir bedenin yaşayacağı an kadar sürdü her şey, asılan bir vücudun çürüyeceği gün kadar dayanabildi ev. Her şey çok uzun, her şey kısa bir an sürdü.  Yürüyordu hâlâ, ardında kalan evleri birden alevler sarıyordu. Her şey; kurtulduk diye sevinen köylülerin, evlerine son kez baktıkları an kadar kısa, acı çeken bedenlerinden yükselen çığlıkların yankılandığı günler kadar uzun sürdü.

Kendi evinin önünde durdu sonra. Yakmadı onu da, ansızın bir çukur evi yuttu. Orda hiç olmamışçasına kayboldu ev. Hak ettiği yere girdi ev. Üstünde koca bir çınar yükseldi, hep ordaymış gibi, yüzyıllardır ordaymış gibi. O evden insana dair kalan tek iz, bir bebekti. Oyuncak bir bebek, boynundan iple ağaca asılmış, sallanıyordu. Çocukken sahip olduğu tek oyuncağı. Olanları anlattığı sırdaşı.

Hocanın evine yaklaşmadan daha, ağaçların kökleri topraktan, bir yanardağın lavları gibi fışkırdı. Ayaklarından başlayıp hocanın tüm vücudunu sardı kökler, eviyle beraber, geldikleri yere hoca ve eviyle döndüler.

Şeytan kayasına yürüyordu kara kadın. Yürünmeye yürünmeye kapanan yolunu otlar bürümüştü. Otları yaktı, kapanan yolu açtı. Tüm o sahipsiz mezarların başına taşlar dizdi; yanık, alevli kara elleriyle, mezarları saran otları ayıkladı, Sonra devleştikçe devleşti. Hepsine kol kanat gerercesine boylu boyunca uzandı üzerlerine. Gözlerini kapamadan bir an önce, yol boyunca onunla gelen buluta baktı. Buluttan on yıllık bir yağmur koptu, düştü kara kadının ve diğer kadınların üzerine. Diğer yıldızlar çekilirken yerlerine, güneş yeniden döndü köye, civar köylere her şeyin sona erdiğini bildiren. Şeytan kayasında güller filizlendi o an. Birden boy atan güllerin rengi karaydı. Hayvanlar dağıldı. Köyde, hayatta kalan tek insan sadece bir bebekti. Babasından olma kardeşi, çocuğu, yaşayacak olan, kara kadının ve kendi hikâyesini bilmeden…

*Fotoğraftaki eserin sahibi: Selma Gürbüz

Tags from the story
,
Written By
More from Azize Göktaş

DOSTOYEVSKİ – YER ALTINDAN NOTLAR

Okunma sayısı: 1.001 ‘’Ben kendi yaşamımda, sizin cesaret edemediğiniz ne varsa sonuna...
Görüntüle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir