AFFET

“Affedemiyorum İlyas, affedemiyorum. Neden anlamıyorsun?”

“Hayatım seni anlıyorum. Ya da anlamaya çalışıyorum. Ama böyle yapmanın kime ne faydası var?”

“Biliyorum kimseye bir faydası yok. Herkes kenara çekildi. Olan hep bana oldu.”

Sare, başına sardığı hardal rengindeki fularını sağa sola doğru çekiştirdi. Kocaman yeşil gözlerinden damlayan yaşları parmağının ucuyla silmeye, bir yandan da rimeli akmasın diye kirpiklerine dokunmaya başladı.

İlyas çantasından çıkardığı selpağı hızlıca karşısındaki kırgın ve mahzun kadına doğru uzattı. Ne güzel adamdı şu İlyas. Birlikte geçirdikleri son bir yılda, Sare’nin hayatına, acılarına, yaralarına ne güzel dokunmuştu.

Orta boylu, uzun siyah saçlı, otuz beşlerinde, hiç evlenmemiş bir adamdı İlyas. Saçlarının ön tarafı son zamanlarda kırlaşmaya başlamış olsa da, Sare’ye bu durum karizmatik geldiği için, İlyas’ta kırlaşmış saçlarını sevmişti.

İlyas evlenmeyi her zaman düşünmüştü ama bir türlü kısmet olmamıştı. Sare ile tanıştıktan sonra da kendisini onun mutluluğuna adamıştı. Güldü mü ne güzel olurdu bu kadın. Gözleri ışıl ışıl parlardı. En çokta gözlerindeki ışıkta kaybolmayı severdi İlyas. Kendi karanlığına ışık tutar gibiydi.

Ama az gülerdi Sare. Onu güldürmek kolay değildi. İlyas bunu başarıyordu. Hiç ummadığı bir anda karşısına çıkan kıymetli bir ödül gibiydi.

Eğitim danışmanlığı için katıldıkları bir seminerde tanışmışlardı. Ne yağmurlu bir gündü ama. Seminer çıkışı metro’ya yürümeye cesaret edemeyen Sare’ye, siyah sırt çantasından çıkardığı şemsiye ile yol boyu eşlik etmişti İlyas. İlk yardım çantası gibi adamdı. Sare’nin ne zaman, neye ihtiyacı olsa hoppp çantasından çıkarıverirdi.

Yol boyu kısa bir sohbet geçti aralarında. Sare herkesle konuşmayı sevmez, insanlardan uzak dururdu. Ama İlyas başkaydı. Kara gözleri içini okuyor, onu anlıyor gibiydi. Değişik bir hal vardı bu adamda.

“Sare, hatırlıyor musun? Geçen ay gittiğimiz yaz festivalinde ne kadar eğlenmiştik?

Sana çok iyi gelmişti. Ben diyorum ki şu etkinliklerimizi biraz daha arttıralım. Eminim düşüncelerinde ve hayata bakış açında değişiklik olacak.”

“Ben senin babanım diyor. Utanmadan bunu söylüyor İlyas. Ulan yıllarca neredeydin? Annem onun yüzünden kansere yenik düştü. Nasıl affedebilirim?”

“Hayatım o adam senin baban. Bunu ne kadar istesek de değiştiremeyiz. Tamam affetme. Görüşmek istemiyorsan da görüşme. Ama geçmişte yaşama artık. Geçmişini affet, babanı değil. Geçmişini artık serbest bırak.”

“Annemin son bakışlarını unutamıyorum. Elimi tuttuğundaki son sıcaklığını. Söylemek istediklerini bile söyleyemedi. Bakışlarıyla veda etti bana.”

“Nur içinde yatsın. Çok güçlü kadındı.”

“On yaşındaydım. Bir gün hiç unutmuyorum beslenme çantama koyacağı ekmeğin arasına peyniri bulamamıştı. Gözleri buğulu buğulu oldu. Eğilip bana, bugün de böyle yesen olur mu güzel gözlüm? , demişti. Annem beni büyütebilmek için haftanın altı günü temizliğe gider, en ağır işlerin altından tek başına kalkmaya çalışırdı. Erken yaşta bel fıtığı oldu zaten.”

“Sen de annen kadar güçlü bir kadınsın Sare. Ben senin gözlerinde, dik duruşunda, kimseye ihtiyaç duymadan yaşamanda bunu çok net görüyorum. Bütün kalbimle seni takdir ediyorum.”

Ahh, İlyas, diye geçirdi içinden Sare. Acılarını bile desteklerdi. Sadece neşeye değil, acıya da katlanabilen nadir adamlardan birisiydi. Böyle böyle Sare’nin hayatının merkezine yerleşmişti.

“Annem beni yoklukla yetiştirirken, babam pavyonlarda kadınlarla gününü gün ediyordu. Aydan aya beni görmeye gelir, annemin eline birkaç kuruş tutuşturur, bana da sevdiğim çikolatalardan alırdı. Hiç birisini ağzıma sürmezdim. Nimet diye gidip çöpe de atmaya kıyamazdım. Mahalledeki çocuklara bir güzel dağıtırdım. Onlar da zaten soru sormadan çikolataları kapar, ağızlarının suyu aka aka yerlerdi. Yani bana yaptığı, yapacağı güzellik bir poşet çikolatadan ibaretti. Şimdi de karşıma geçmiş ben senin babanım diyor. Yerler senin babalığını!”

Gözleri yine dolu dolu olmuştu. Ağlamak istemiyorum artık, diyerek masanın üzerinde duran küçük çanta boy aynasını eline aldı. Gözlerine, yüzüne, dudaklarına uzun uzun baktı. Minik minik oluşmaya başlayan hain kırışıklıklarına yine sinir oldu. Hızlıca aynasını kapatıp eski yerine koydu. Çantasının gözünden bırakmak için hiç çaba gösterme gereği duymadığı sigarasını aldı. İçinden bir dal sigara çıkarıp dudaklarının arasına sıkıştırdı. Çantasından çakmağını aramaya koyulmuştu ki almadığını fark etti.

“Kahretsin! Çakmağı evde unutmuşum.”

Her zaman ki centilmenliği ile, “Yakınlarda büfe var mı acaba? Alıp getireyim hemen,” dedi İlyas.

İlyas sigara içmezdi. Ama Sare’ye ait olan her şeye karşı saygısı oldukça fazlaydı.

“Gerek yok canım. Arka masada oturan kızlarda sigara içiyor sanırım. Onlardan isterim.”

Yerinden kalktı. Neşeyle fıkırdaşan iki kızın oturduğu masaya doğru yöneldi.

“Pardon, çakmağınız var mı acaba?”

“Maalesef. Bizde de kibrit var. İsterseniz alabilirsiniz.”

Uzun saçlı, yeşil tişörtlü, yüzü ay gibi parlayan kızın uzattığı kibrite doğru uzandı. Başıyla teşekkür ederek masasına geçti.

Ancak rüzgâr bir yaz gününe yakışmayacak derecede fazlasıyla esiyordu. Sare üçüncü denemesinde de sigarayı yakamayıp kibriti masanın üzerine hışımla bıraktı.

“Hayatım tamam eziyet etme kendine. Bak şurada bir büfe var. Hemen alıp geliyorum. Kibriti aldığın kızlara da bir tane alırım. Eminim onlar da yakamamıştır.”

İlyas hızlıca yerinden kalktı. Büfeye doğru yürümeye başladı.

Nasılda ince düşünceli, nazik bir adamdı. Tanımadığı insanları bile düşünecek kadar yüce bir kalbi vardı.

Arka masalarında oturan iki genç kıza, İlyas aldığı çakmaklardan birisini verdi. Kızlar şaşkınlık içinde çakmağı aldılar. Pembe, şirin bir çakmaktı bu.

Uzun boylu, bukle bukle saçları olan kız gülümseyerek çakmağa baktı. Arkadaşına bir şeyler söylemeye başladı. Derken sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti.

Sigarasını bitiren kızlar kafeden ayrılmak üzere kalktılar. Uzun boylu, bukle saçlı kız; yanında ki uzun saçlı, ay yüzlü arkadaşını büfeye doğru kolundan tutup çekti. Birkaç dakika büfenin ön camında ki çikolataları incelediler.

Uzun boylu, bukle saçlı kız elindeki bozuk paraları büfeciye uzattıktan sonra, kırmızı kaplı çikolatayla arka masalarında oturan Sare ve İlyas’ın yanına doğru yürüdü.

“Merhaba. Çakmak için teşekkür etmek istedim. Ayrıca ağladığınızı gördüm ve çok üzüldüm.  Hayatta her şey bir şekilde yoluna giriyor. Su akıyor, yolunu buluyor. Ne olur güzel gözlerinizi yormayın.”

Kızın davranışı Sare’nin o kadar hoşuna gitti ki kocaman bir gülümseme belirdi yüzünde.

Kızın uzattığı çikolatayı eline aldı. Üzerindeki yazıyı okuyunca yüzündeki gülümseme, şaşkınlığa dönüştü. Çikolatanın ona özel bir mesajı vardı.

 Kırmızı kaplı çikolata ambalajının üzerinde beyaz renkte kocaman harflerle “AFFET” yazıyordu.

Written By
More from Hilal Yalın

Hilal Yalın Bulut

Okunma sayısı: 1.557 1991, Temmuz ayı, yağışlı bir İstanbul sabahında doğdu kendisi....
Görüntüle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir