Şairsiz Toplum ?!
İnce kitapları, kalın kitaplara göre daha zor okuyan birisi olarak nihayet inceleme yazabilirim 🙂
Bunu az ve gerektiği kadar konuşan insanlar gibi düşünebiliriz. Arkasından günlerce düşündürür. “ Ne demek istedi şimdi bu?”
Aslında Chul Han’ın ne söylemek istediği açık ancak söylediklerini hazmetmesi zor oluyor. Kitapta yasaklı, tabu kelimemiz ‘şeffaflık.’ Bunu hangi cümlenin başında, ortasında, kıyısında köşesinde görürseniz bilin ki cümle olumsuzluk içerecek 🙂
Örneğin; “Şeffaflık toplumu bir güven toplumu değil, kontrol toplumudur.” “Şeffaflık toplumu, sahipsiz bir toplumdur.” “Şeffaflık toplumu, varlığını sadece ilgi üretmeye borçludur.”
Bu kısmı çözdüysek kalan kısmımıza geri dönelim. Chul Han Güney Koreli, eğitimini Almanya’da almış. Bunu hatırlatmamın nedeni evrenin her yerinde değerli görünen kavramlardan birisi “mahremiyet.”
Chul Han 9 başlık altında bizlere konuyu aktarmış. Kısacası, mahremlerimizin kıymetli olduğunu, kendimizi ne kadar diğer bireylere açarsak kişisel alanımıza müdahalenin o kadar kolay olduğunu, felsefe alanında da yaptığı tespitlerle anlatıyor.
Enformasyon ve iletişim yığınının kökeninde boşluk korkusu olduğunu yazmış. Ki benim en çok beğendiğim cümlelerinden birisiydi. Çevrenizi bir gözlemleyin. Dijital çağın köleleri olarak, neredeyse tüm insanların yalnızlık korkusu olduğunu düşünürsek iletişimde ki bu kadar yoğunlaşma merakı neden? Madem bu kadar kalabalığız, neden hala aşılamayan bir yalnızlık korkusu var?
Kant, Sartre, Bentham, Platon’dan örnekler vererek konuya devam etmiş. Ben özellikle Sartre ve Bentham’dan verdiği örnekleri muazzam buldum. Hala sıkılmayanlar okuyabilirler 🙂
Sevgili Sartre’nin düşüncelerine eklemelerde yaparak aktaracak olursam; Sayı ve kapsam olarak fazla olan her şey müstehcendir. Bu fazlalıklar, şişmanlaşma, yığınlaşma ve urlaşma şeklinde ortaya çıkar. Yani bedenin ve davranışların gereğinden fazla çoğalması. Başka bir ifadeyle yazar bu durumu hiper terimi ile açıklamış. Hiper üretim, Hiper iletişim, Hiperaktivite. Kişiyi harekete geçirmeyen ve hayatını yoluna koymayan hiper ivme müstehcendir. Hareket durgunluktan ziyade sürat ve ivmeden dolayı ortadan kaybolur, diyen yazara hak vermekle beraber durağanlığında bizlere bir şey katmayacağını düşünmekteyim.
Chul Han aslında söylemlerinde tamamen vitrincilere giydirme yapıyor. Yoksa derdi güzellik algısıyla değil. Hatta ‘bir şeyin güzelliği ancak belli bir zaman sonra bir şeyin ışığı altında yadigâr olarak belirir’ diyor. Derinliği olan bir bakış açısı. Güzelliğini zamansallıkla açıklaması benim bakış açımla da doğru orantılı. Hızlı başlayan ve ilerleyen her şeyi zamana yenik düşüyor.
“Neden mutlu olamıyoruz?” sorusuna cevap olarak verilmiş yanıtlar içeriyor kitap. Ya da ben böyle anlamak istiyorum 🙂
“Günümüz dünyası eylem ve duyguların temsil edildiği ve yorumlandığı bir tiyatro değil, mahremiyetlerin sergilendiği, satıldığı ve tüketildiği bir pazardır.”
Duygu ve düşüncelerimiz üzerinde düşünmüyoruz. Gün içerisinde pek çok şey yaşıyoruz, görüyoruz, işitiyoruz. Ancak yorumlamıyoruz, insan ve olay okumuyoruz. Çünkü her şeyi gereğinden fazla hızda ve ivme de yaşıyoruz. Kendimize ayıracağımız, ruhumuzu dinlendireceğimiz, sadece bize ait zamanlarımız olmalı. Aslında bu bize sosyal medyanın keşfet kısmına düşmekten daha fazla huzur verecek.
Kısacası; yolumuz zamansallığa yayılmış duru zihnin ve güzelliğin yolu olsun. Keyifli okumalar.