HER AKŞAM AYNI TERANE

Büyük usta Sabahattin Ali’nin eşsiz öyküsü ‘Hanende Melek’ e farklı bir bakış açısı ile bakmak istedim naçizane. Yaşananları garsonun gözünden görmek istedim. Buyurunuz.

HER AKŞAM AYNI TERANE

‘Her yer aynı, hepsi aynı bokun laciverti!’ demişim, içimden dediğimi düşünürken şef seslendi suratıma ters ters bakarak. ‘’Aslanım, dilin değil; elin işlesin, hadi bakalım’’. Sabır diye geçirdim içimden bu sefer. Atışmaya hiç niyetim yoktu, mesai bitmek üzereydi. ‘’Biraz daha para biriktirince bırakacağım bu işi. Zeynep ile evlenince buralarda çalışamam, yakışık almaz. Eli yüzü düzgün bir yere geçeceğim,’’ dedim kendi kendime.

Tam saz ekibi toparlanırken yaşlı müdavim Hüseyin Avni, şarkıcı Melek ablaya yanaştı. Konuşulanları anlamasam da, arada bir gerginlik olduğu çok belliydi. Adam zilzurna sarhoştu, iri cüssesine rağmen zor ayakta duruyordu. Sahneden iner inmez neye uğradığını şaşıran Melek abla, adamı kibarca reddetti. Sonra bana bakarak acele etmemi işaret etti. Elimdeki tepsiyi hızlıca mutfak tezgâhına koyup montumu alana kadar gürültü koptu. 

Hüseyin Avni ısrarlarına devam edince Melek abla, kendini kurtarmak için bizim ekipten yardım istedi. Sürekli mekâna sarhoş gelen, bir kadeh rakı ile tüm gece sahneye hayran hayran bakan, üstüne üstlük hiç bahşiş bırakmayan bu beybabaya herkes sinir oluyordu. Fırsat bulunca herkes birkaç yumruk attı. İki kişi, adamı karga tulumba kapıya koydu. Koca bir poşet çöp gibi yığılı verdi adam.

Melek abla derin bir oh çekti. O arada sahne kıyafetini çıkarmış, onu genç kız gibi gösteren kazağıyla pantolonunu giymişti. İyi kadındı Melek abla. Abla dememe bozuluyordu; aynı yaştaydık ama saygıdan öyle söylüyordum. Sahnede kimseye takılmaz, sadece işini yapar, gelen tüm teklifleri reddederdi. Burada benim gibi zorunluluktan bulunduğunu hissederdim. O yüzden; onu kendime yakın hisseder, ayrı bir severdim.

Geceleri, iş bitince onu kaldığı otele kadar bırakmak benim görevimdi. Otel pavyona çok yakındı ama patron illa birinin bırakmasını isterdi. Sahne aldığı gecelerde mekânı doldururdu Melek abla, derin sesiyle. O yüzden patronun kıymetlisiydi. 

Kapıya çıkınca beybabanın yanında bir kız çocuğu gördük. ‘Baba, ne oldu sana, hadi kalk, eve gidelim, hadi baba,’ diye yalvarıyordu resmen yavrucak. Üstünden fakirlik akıyordu. Minicik elleriyle babasını ayıltmaya çalışıyordu. Çok dokundu bana hali. O esnada, bizi görünce ‘Bana yardım edin, babamı eve götürelim, günlerdir eve uğramıyor, annem ağlıyor,’’  dedi. 

Melek abla ile adamı kaldırıp, yürütmeye çalışarak minik kızın rehberliğinde evlerini bulmaya çalışıyorduk. Oturdukları mahallede elektrik direkleri yoktu, yollar hep çamurdu. Her yerimiz batmıştı. Üstüne bir de bu sarhoşu taşımak çok zordu ama minik kıza hayır demek daha zor olurdu.

Güç bela küçük bir gecekondunun önüne gelmiştik. Kız koşarak eve girmiş; hemen ardından da zayıf, yıpranmış bir kadın çıkmıştı karanlığa. Kadın, ‘’Sen misin şimdiki takıntısı?’’ diyerek Melek ablanın üstüne yürüdü. Ben ‘‘Bir saniye abla, bildiğin gibi değil,’’ deyince kalakaldı. Melek abla çantasındaki -beybabanın ona zorla verdiği ve büyük ihtimalle karısından zorla aldığı- altın bilezikleri kadının eline sıkıştırdı. O arada minik kız, annesinin eteğine yapışmış, olanları izliyordu. Melek abla, kızın saçını şefkatle okşadı. Mekândan çıkarken şeften aldığı günlük yevmiyesini pantolonunun cebinden çıkartıp kızın eline sıkıştırdı ve hızlı adımlarla uzaklaştı. Koşarak onu yakaladım, hiç konuşmadan otele kadar yürüdük. 

EMEL ESKİOĞLU

Written By
More from Emel Eskioğlu

Annemin Kaburgası

Okunma sayısı: 1.038 Kitabın ismi de kapağı da insanı çarpıyor. Sayfaları çevirmeye...
Görüntüle

1 Comment

  • Hiç birşey göründüğü gibi değil aslında hayatta… Anlamak için yaşamak gerekir bazen..teşekkürler emel hanım..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir