Annemin Kaburgası

Kitabın ismi de kapağı da insanı çarpıyor. Sayfaları çevirmeye başlayınca iddialı şeyin sadece onlar olmadığını anlıyorsunuz. Öyküler kısa, bazıları üç, dört sayfa. Öykü bitiyor ama boğazınızda bir düğüm kalıyor. Geriye sizi kendi çocukluğunuza çeken anılar kalıyor ve ortalığa dağılıyorlar hızlıca.

Her öykünün kendine has bir dünyası var. İçine girdiğinizde onlarla birlikte nefes alıp veriyor, anne ve babalarıyla yaşadıklarını siz de yaşıyorsunuz. İstanbul’un sabah metro keşmekeşinde ben Almanya’ya gittim mesela, ip satılan tuhafiyeye, fal bakılan o kafeye…

Her öykünün başkarakteri yaralı. Genellikle çocuklukta yaşanılan acı anılar zamanla kabuk bağlamış ama elbette izi kalmış. O anılar zaman içerisinde kişinin hayattaki rolünü belirlemiş aslında. Örneğin ‘Keramet‘ öyküsünde, içinden geçen duyguları bastıramayan karakterimiz, çocukluğun saflığı ve normalliğiyle, erkek olmasına rağmen (!) etek giymek istediğini söylüyor annesine. Hem de annesinin misafirleri yanında. Olacak şey değil! Bu masumluğun bedelini şiddetle, görmezden gelinmeyle ve en sonunda evden kovulma ile ödüyor. Peki, sonunda ne oluyor? Vazgeçiyor mu? Ben hastayım sanırım diye düşünüp kendini görmezden mi geliyor? Hayır, ameliyat olmak için para biriktiriyor. Hoşlanmadığı işleri yapmak pahasına o günkü sorusundan vazgeçmiyor; ‘’ Anne, ben de etek giyebilir miyim?’’.

Bazı duygular bastırılamaz. Bir gün mutlaka bir şekilde karşınıza çıkar. Bazen ummadığınız anda bazen onu ararken ve başka bir duyguyla yüz yüze gelince. Kitabı bitirdiğimde aklımda bu cümle dönüyordu. Sonu net olmayan öykülere son yazdım aklımda. Kesin böyle olmuştur ya da umarım böyle olmuştur diye konuşurken buldum içimi.

Hepimizin çocukluğu gökyüzü misali başımızın üstünde ya, bazı insanların çocukluğu kara bulut olmuş, sürekli yağmur yağdırıyor tepelerine. Bazıları o yağmurdan kaçmaya çalışıyor, bazıları şemsiyelerini fırlatarak onunla kavga ediyor, bazıları ise sessizce yağmurun tüm bedenlerini ıslatıp ayakuçlarından akıp gitmesini bekliyor.

Anne ve baba olmanın ne kadar önemli ve zor bir rol olduğunu bir kere daha anladığım, yüzüme tokat gibi çarpan travmaların yaratıcılarının onlar olduğunu bir kez daha gördüğüm bir kitap oldu Annemin Kaburgası. Hepimizin çocukluğundan miras yaraları var. Kimimizinki kabuk tuttu,  kimimizinki hala kanıyor. Kendimizden farklı kişilerin neler yaşadığını, nelere göğüs gerdiğini bilmek başta size kendinizi iyi hissettirecek sonrasında her gün yolda gördüğümüz insanların suratına daha dikkatle bakıp yaralarını anlamaya çalışırız belki, kim bilir?

Written By
More from Emel Eskioğlu

YAĞMURDAN ÖNCE (PRED DOZHDOT) – 1994

Okunma sayısı: 800 ‘Zaman tükenmez. Çember yuvarlak değildir.’ Makedon yönetmen, filmi bu...
Görüntüle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir